12 Temmuz 2024

Yürüttüklerini İade Et Yöntemi

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e önerim, emekliyi, memuru, işçiyi ezeceğine yeni bir sistemi devreye almanın yolunu bulsun. Ben bunun için "Yürüttüklerini İade Et" yöntemi öneriyorum. Hem müteahhitlerden elde ettikleri kârın "aşırı" sayılacak kısmını, hem de rüşvet yoluyla siyasete aktarılan parayı geri alma yöntemi olarak!

Yavuz Sultan Selim Köprüsü

Kamuoyunda "Yap – İşlet – Devret" diye de bilinen, "Kamu – Özel İş Birliği" sistemi, esasen bir finansman modeli.

Büyük altyapı yatırımları için kaynak yaratmak üzere geliştirilmiş bir sistem.

İnsan yapısı olduğu için doğal olarak, kullanan insanın tıynetine, bilgisine göre iyi sonuçlar da verebiliyor, kötü sonuçlar da!

Maliyet hesapları doğru yapılmış, kamu tarafından verilecek garantileri doğru hesaplanmış bir proje, kuşkusuz ki halkın yararına sonuçlar veriyor.

Ancak yolsuzluk ya da bilgisizlik nedeniyle bu hesaplarda yapılacak fahiş hatalar kamu hazinesinin soyulması sonucunu yaratıyor.

Bu yöntemle pahalıya mâl edilen altyapı yatırımlarının alternatif maliyeti de emeklinin, işçinin, memurun sırtına bindiriliyor.

Geçen gün Fatih Altaylı da yazdı: Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve çevre yollarında günde 135 bin araç garanti edildi. Köprü için araç başına 3 dolar, otoyol için kilometrede 0,08 Euro.

Bunun için ihale yapıldı, 10 yıl 2 ay 20 gün işletme süresi ve bu garantilerle işi malum müteahhitler aldı.

Başlangıçtaki sözleşmeye uyulsaydı, köprü ve otoyollar geçtiğimiz Ağustos ayında devlete devredilmiş olacaktı, devlet de bunları kendisi kiraya vererek ya da işleterek para kazanabilirdi.

Uyulmadı, sözleşme 5 yıl uzatıldı, neden buna gerek duyulduğunu kimse açıklamadı. Neresinden baksanız birkaç milyar dolarlık bir gelir, müteahhitlerin cebine aktarılıverdi.

Müteahhitler zaten işin en başında yapılan yanlış hesaplamayla önemli bir geliri cebe indirmişlerdi.

Bu tablo malum müteahhitlere verilen bütün Yap – İşlet – Devret projelerinde aynen geçerli.

Aşırı yüksek geçiş garantileri, uzun sözleşme süreleri ile kamu kaynakları, müteahhitlere aktarılıyor.

Bu yapılırken kuşkusuz ki sadece müteahhitler zengin olmuyor.

Bazı siyasetçilerimizin ani ve aşırı zenginleşmelerinin nedeni bu ihaleler.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'e önerim, emekliyi, memuru, işçiyi ezeceğine yeni bir sistemi devreye almanın yolunu bulsun.

Ben bunun için "Yürüttüklerini İade Et" yöntemi öneriyorum.

Hem müteahhitlerden elde ettikleri kârın "aşırı" sayılacak kısmını, hem de rüşvet yoluyla siyasete aktarılan parayı geri alma yöntemi olarak!

AKP'lilere söylemeliyim ki bunu kendileri yapmazsa arkadan gelecek olan iktidar yapar.

Nasıl olsa hukukun, guguk haline getirildiği bir ülke devralacaklar.

* * *

Cırcır böceği çaldı saz, bütün yaz

Erdoğan Meclis kürsüsünden "nass var nass" dediğinde "hülooo" diye alkış kıyamet ayağa fırlamayıp, beyinlerini kullansalardı bu durumda olmazlardı

AKP'nin kapalı grup toplantısında "emekliye zam yapmazsak iktidarımız sarsılır" diyenler ile "zam istemek kolay, vermesi zor" diyenler karşı karşıya gelmişler.

Hilal Köylü'nün kulis haberine göre AKP yönetimi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile bir zam formülü bulmak için görüşme kararı almış.

Son sözü de doğal olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan verecekmiş ki son kararı onun verecek olması zaten haber değeri de taşımıyor.

AKP milletvekilleri içinde "zam istemek kolay, vermesi zor" diyen ekip kimlerden oluşuyor diye merak ettim.

Kendilerini seçip oraya yollayan halkımız, onlardan neden yapılamayacağını söylemelerini değil, o işi yapmalarını bekliyordu.

Ama onlar kendilerini seçenin halk değil Erdoğan olduğu bilinciyle hareket ettiler ve kaldır parmak, indir parmak yöntemiyle kamu bütçesinin bu hale gelmesinde de birinci derecede sorumlulukları var.

Torba kanunlara parmak kaldırmak, muhalefetin eleştirilerine kulak tıkamak, araştırma önergelerini reddetmek onları sorumlu kılıyor.

Yolsuzlukların önlenmesi için verilen önergelere itiraz etmeseler ve gerçeği öğrenmek için azıcık gayret sarf etselerdi, "istemek kolay vermek zor" demelerine gerek kalmayabilirdi.

Meclis'in "bütçe hakkına" sahip çıkacak yürekleri olsaydı, şimdi bir kez daha seçilip seçilemeyeceklerini kara kara düşünmek zorunda da kalmazlardı.

Erdoğan Meclis kürsüsünden "nass var nass" dediğinde "hülooo" diye alkış kıyamet ayağa fırlamayıp, beyinlerini kullansalardı bu durumda olmazlardı. Az kullanılmış otomobil değerli olabilir ama az kullanılmış beyin o kadar para eden bir şey değil.

Durumları zamanında yapması gerekeni yapmayıp, sonra ne yapacağını şaşıran cırcır böceğine benziyor.

Şimdi Mehmet Şimşek'i ikna etmek için kapısına vardıklarında alacakları yanıtı hepimiz biliyoruz: Haydi naşş!

* * *

Bir "ölüm kavşağının" anlattığı

Görülebilmesi için bunca kazanın ve can kaybının beklenmesinin nedeni liyakatsiz insanların, partizanlık hesaplarıyla karayollarına doldurulmuş olması olabilir mi?
D-100 kara yolunun Bolu kesiminde yer alan sanayi yan yol kavşağı trafiğe kapatıldı.

Bolu'da çok sayıda ölümlü kazanın yaşandığı D 100 Karayolu – Sanayi Yan Yol kavşağındaki kazada geçtiğimiz hafta iki kişi daha hayatını kaybetti.

Bunun üzerine Karayolları Bölge Müdürlüğü bir değerlendirme yaptı ve kavşağı kapatmaya karar verdi.

Yerel medya ve ulusal medyada bununla ilgili haberlerin hepsinde şu dikkatimi çekti: Ölüm kavşağı kapatıldı!

Böyle bir isimle anıldığına göre çok sayıda yurttaşın bu kavşakta yaşanan kazalarda hayatını kaybettiğini söyleyebiliriz.

İki ölümlü son kaza da belli ki bardağı taşıran damla etkisi yaratmış, kavşak kapatılmış.

İnternette hızlı bir taramayla bile Bolu geçişinde D 100 Karayolu üzerindeki bu kavşaklarda ciddi yaralanmalı ya da ölümlü kazaların sıkça meydana geldiği görülüyor.

Peki bunca kaza olurken, son kazadan sonra kapatma kararı alan kamu otoritesi neredeymiş?

Niye bu kavşakta bir sorun olduğunu daha ilk kazada anlamamışlar?

Üstelik daha ilk kaza yaşanmadan önce de bu kavşakta ciddi kazalar olabileceği öngörülebilirdi. Bu atomu parçalayacak kadar bir mühendislik bilgisi gerektirmiyor olmalı.

Bunun görülebilmesi için bunca kazanın ve can kaybının beklenmesinin nedeni liyakatsiz insanların, partizanlık hesaplarıyla karayollarına doldurulmuş olması olabilir mi?

Böyle olduğunda idare açısından da memurlar açısından da çalışan ile çalışmayan, işini savsaklayan arasında bir fark kalmaz. Parti bağlantısı güçlü olan terfi eder, daha vasıflı olan sesini çıkaramadan bir kenarda oturmaya devam eder.

Böyle yönetilen ülkelerde vatandaşların hayatlarını pisipisine kaybetmeleri sıradan bir durum olur.

Öte yandan bu haberlerde dikkatimi çeken bir konu daha var: Kavşağın kapatılmasına bölgedeki esnaf isyan etmiş!

Niye diye merak ettim, daha çok insan ölsün diye mi?

Oysa önce onların bu işe müdahil olmaları gerekirdi: Bu kavşakta sorun var, sürekli kazalar oluyor, şuna bir çare bulun diye!

Kim bilir, belki de o zaman bir alt – üst geçit ile sorun çözülür, hem daha az can kaybı olur hem de kavşağın kapatılması da gerekmezdi.

Yaşadığı, çalıştığı ortamdaki sorunlara sahip çıkmak, idare ve siyasete bu konuda baskı yapmak önce vatandaşların işi olmalıdır.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan niye “kambura yatıyor?”

Mevcut Anayasa, yapmak istediği neyi yapmasına engel oluyor ki Anayasa’yı “kambur” diye tanımlıyor? Memlekette her gün bir gazeteci tutuklanıyor. Barolara dava açılıyor. Sadece doğrulanmış bir haberi yayınladı diye okuduğunuz bu internet gazetesi T24 hakkında soruşturma başlatabiliyor. Kamburdan kurtulursa ne yapacak, gerçekten merak ediyorum

Müstemleke valisi mi, büyükelçi mi?

Suriye gibi ilişkilerimizi son derece hassasiyetle yürütmemiz gereken bir ülkeye meslekten bir diplomat bulunup da tayin edilememiş olması tuhaf... Türkler, Arapların ağabeyi değil. Suriye gibi yeniden ayağa kalkabilmek için yolun başında olan bir ülkeye, daha ilk günden Osmanlı güzellemeleri yapmak, akıllı bir dış politika değildir

“Şeytan” bu cinayetin neresinde?

Sinan Ateş cinayeti “ben bir suç örgütünün eseriyim” diye bağırıyor ama mahkeme heyetinin kulakları ağır işitiyor. Bir örgüt var, o maktulün “ipini çekmeye” karar veriyor ve ip çekiliyor! Hepsi biliyorlar ki bu örgüt, hapishanede yattıkları sürece onlara iyi bakacak, Yargıtay kararı bozunca da hepsi sokaklara geri dönecekler. Bunu beceremezlerse, hapishaneden firar ettiklerini duyarız

"
"